Şimdi bir genel başkanın ferasetini sorgulamak bana düşmez ama benim yerime karar verdiğini zanneden bir genel başkan dahi olsa buna müsaade etmem.
Bu yazımda üslup noktasında bazı sorunlarım olabilir ama yazımı hangi psikoloji ile yazdığımı anlayabilirseniz şayet okuduklarınız daha anlamlı gelecektir diye düşünüyorum.
Siyaset etme bir sanattır.
“Siyasette daimi dostluklar olmadığı gibi daimi düşmanlıklarda yoktur” denir.
Tam bir İngiliz mantığı.
Oysa Türk gelenek ve göreneklerinde ve devlet yapılanmasında sadece dostlar vardır.
Çünkü düşmanların hepsi imha edilme yoluyla ortadan kaldırılmıştır.
Türk siyasi kamuoyu aylardır Türk siyasetindeki keskin bir U dönüşünden bahsediyor.
Hatta ve hatta bu U dönüşü öyle bir dönüş oldu ki aynı görüşteki mensupları tam da düşmanın istediği gibi etkisiz eleman noktasına getirme sınırında bir dönüş.
Ne demiş İstiklal marşı şairi Mehmet Akif;
“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.
(Ayrılık girmeden bir millete düşman giremez.
Toplu çarpan yürekleri top sindiremez.)
Dizelerden de anlaşılacağı üzere bir topluluğu hallaç pamuğu gibi dağıtmanın en kolay ve kestirme yolu içine nifak tefrika sokmaktır.
Ülkemizin ateş çemberinden geçtiği şu süreçte ne hikmetse vatanın bölünmez bütünlüğü yeni akla gelmiş 2002 Kasım ayından beri her türlü hakaretamiz diyaloglara muhatap olunan bir yapıyla beraber kol kola girilmiştir.
Doğal olarak genel başkanlarına zürriyetsiz kendilerine de hayvan sürüsü diyen birisine siyasi cephe almış bir hareketten bu durum karşısında pek te bir bildiği vardır deyip genel başkanlarının arkasında kayıtsız şartsız durması beklenemez.
*
İstanbul’da yaşadığımı beni tanıyanlar bilir.
Siyasi sonuçlama anlamında İstanbul’u alan Türkiye’yi alır mantığı hâkimdir bende.
Geçenlerde şehir içi bir seyahatim esnasında işporta tezgâhını toplamış gecenin yarısında metrobüs ile evine gitmeye çalışan iki arkadaşın Devlet Bahçeli sohbetine ister istemez kulak misafiri oldum.
Aslında söyledikleri benim için çok önemliydi.
Çünkü onlar siyasetin amacıydılar ve nihai belirleyiciydiler.
Yani seçmendiler.
Bakıldığında 2 tane işportacı dersiniz ama adamlar olayı çözmüş.
Değme genel başkan yardımcılarının değme milletvekillerinin yapamadığı tespitleri yapıyor, göremediği veya görüp kıç korkusundan konuşamadıklarını şak diye ortaya konuşuyorlardı.
Çünkü kaybedecekleri bir il başkanlığı veya milletvekilliği veya genel başkan yardımcılığı gibi bir koltukları yoktu.
Yani beyinleri ipotekli değildi.
*
En az 100 kişinin seyahat ettiği bir toplu taşım aracında yaptıkları konuşma aynen şu şekilde cereyan etti.
– Ya bu Devlet Bahçeli’ye ne diyon?
– Ne diyeyim kardeşim adam reise teslim oldu.
– Valla gardaş ben çok şaşırdım, Bahçeli gibi bir adam bu şekilde nasıl döner anlamadım valla, vardır herhal bir bildiği.
– Ne bildiği olacak gardaşım, reis onu Meral Akşener’den kurtardı o da reise evet diyerek borcunu ödüyor.
– Oğlum o adam öyle bir adam değil vardır bir bildiği.
– Ne bildiği olacak bu saatten sonra reis ne derse onu yapar….
*
Mevzu biraz daha uzadı ve bitti.
Anladığım kadarıyla biri MHP biri de AKP seçmeni olan bu iki arkadaş olayı kafalarında bitirmişler.
Aslında bakıldığında MHP oy verecek veya vermeyi düşünen seçmen de kafasında olayı bitirmiş Devlet Bahçeli’ye karşı.
Genel başkanlarına rağmen oy kullanacaklar.
Ve bu durum karşısında o referandum sandığından evet oyu çıkmazsa Devlet Bahçeli ne yapacak asıl onu merak ediyorum.